Julian Barnes , Bir Son Duygusu, ( (The Sense of an Ending)




Çağdaş İngiliz edebiyatının önde gelen adlarından olan Julian Barnes, 1946’da Leicester’da doğdu. Oxford Üniversitesi, Magdalen College’da okudu. The Oxford English Dictionary’de sözlükbilimci; daha sonraları ise The New Statesman ve The Sunday Times’ta gazeteci olarak çalıştı. Kitap eleştirileri ve takma adla polisiye romanlar kaleme aldı. 1982’den 1986’ya değin The Observer’da televizyon eleştirmenliği yaptı.


Julian Barnes’ın anne ve babası Fransızca öğretmeni, ağabeyi Jonathan Barnes, antik felsefe üzerine uzmanlaşmış tanınmış bir filozoftur. Aile içindeki entelektüel atmosfer, Barnes’ın düşünsel gelişimine katkıda bulunmuştur.


           (Eşi Pat Kavanagh ile)


1979 yılında, edebiyat ajanı Pat Kavanagh ile evlenmiştir. Kavanagh, Barnes’ın kariyerinde önemli bir destekçi olmuş ve birçok eserine ilham kaynağı olmuştur. Barnes, Dan Kavanagh takma adıyla yazdığı polisiye romanlarda eşinin soyadını kullanarak ona bir saygı duruşunda bulunmuştur.  


Ne yazık ki, Pat Kavanagh 2008 yılında beyin tümörü nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Barnes, eşinin kaybının ardından yaşadığı derin yas sürecini “Hayat Düzeyleri” adlı eserinde içtenlikle kaleme almıştır. Bu kitap, aşk, kayıp ve yas temalarını işlerken, Barnes’ın duygusal dünyasını okuyucularla paylaşır.  


Julian Barnes, kendisini agnostik olarak tanımlar. “Korkulacak Bir Şey Yok” adlı anı kitabında, ölüm korkusu, inanç ve hafıza üzerine derinlemesine düşüncelerini paylaşır. Kitabın ilk cümlesi olan “Tanrı’ya inanmıyorum ama O’nu özlüyorum” ifadesi, Barnes’ın inanç konusundaki karmaşık duygularını yansıtır.  


Julian Barnes, ilk bakışta biraz farklı gibi gözüken ama daha dikkatle incelenince tümü de ortak bir yazarlık özelliğinin harcıyla karılmış yapıtlar vermiş olan bir yazardır. Onun yazarlık üslubu, hemen hemen bütün yapıtlarında, fazlasıyla kendine özgü bir kimlikle hem matrak hem de trajik ve insani olana alabildiğine açık ve salt "negatif" olanla yetinmeyen çok yönlü bir "ironi" unsuruyla belirginleşir.


Bazı önemli eserleri:

Bir son duygusu: 2011 yılında Man Booker Ödülü’nü kazanan bu roman, hafıza ve geçmişle yüzleşme temalarını işler. 

Hayat düzeyleri: Eşinin ölümünün ardından yazdığı bu kitap, aşk, kayıp ve yas üzerine derinlemesine bir meditasyondur.

Benimle tanışmadan önce :İlişkiler ve evlilik üzerine ironik bir bakış sunar.

Kırmızı giysili adam : Belle Époque dönemi Paris’inde geçen bu biyografik eser, sanat ve toplum üzerine düşünceler içerir. 

        .       Flaubert'in Papağanı: dünya görüşü, sanatı, aşkları, yolculukları ve zengin bir çeşitlilik gösteren ilginç yaşantısıyla XIX. yüzyılın ünlü Fransız romancısı Gustave Flaubert'in başından geçenler oluşturuyor


Sonuç olarak, Julian Barnes'ın edebiyatını tanımlayacak olursak;


Postmodern duyarlılıkla beslenen, tarihsel hakikatlerle bireysel hafızanın kesişiminde gezinen, biçimsel deneyciliği derin felsefi sorgulamalarla birleştiren bir edebiyat ile karşılaşırız. 


BİR SON DUYGUSU 



📕 Adı: *Bir Son Duygusu* (The Sense of an Ending)  
✍ Yazar: Julian Barnes  2011
🏆 Ödül: Man Booker 2011  
🌍 Tür: Psikolojik Kurgu / Postmodern Roman  
 🖋️Çevirmen: Serdar Rıfat Kırkoğlu 
  🗞️Ayrıntı yayınları

KİTAP DEĞERLENDİRMESİ

Gerçek olaylardan artık emin olamıyorsam da en azından, bu olguların bıraktığı izlenimlere sadık kalabilirim.Elimden gelen en iyi şey bu.”

Karakterler

Tony Webster: Anlatıcı. Sıradan bir adam gibi görünse de, bastırdığı geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır.

Adrian Finn: Tony’nin zeki ve felsefi okul arkadaşı. İntiharıyla romanın merkezine oturur.

Veronica Ford: Tony’nin eski sevgilisi. Soğuk ve gizemli. Gerçekleri söylemek yerine ima etmeyi tercih eder.

Sarah Ford: Veronica’nın annesi. Tony’ye miras bırakır, geçmişin kilidini açan sessiz figür.

Margaret: Tony’nin eski eşi. Ona zaman zaman ayna tutar.

Adrian : Romanın sonundaki sarsıcı gerçekle karşımıza çıkar. Sessizliğin sembolü.



“Tarih, belleğin yetersizliklerinin belgelerin eksiklikleriyle kesiştiği noktada üretilen kesinliktir.”


Anlatıcımız ve baş kahramanımız Tony bize şöyle der: “Her şey okulda başladı,” ama neyin başladığını tam olarak söylemez. Anlatısının ne tür bir statüye sahip olduğu konusunda somut bir işaret yoktur. 

Geriye dönerek kişisel hatıraları ile yeniden ama bu defa yüzleşerek okura aktarır, ipuçları verir.


Sınıflarına yeni katılan ve zekâsıyla hemen dikkat çeken Adrian’ın aralarına katılmasıyla grup dört kişiye çıkmıştır.

Adrian’ın annesinin çocuklar küçükken evi terk ettiğini, kardeşleri ve babasıyla yaşadığını öğreniyoruz. Adrian’ın çok zeki olduğunu , artık her davranışlarında ondan onay beklediklerini, özellikle tarih derslerindeki öğretmen ile diyaloglarının ilginçliğini okuruz. 

 Tony ilk kız arkadaşı olacak Verenico ile tanışır. Çok beklediği şekilde ilişki ilerlemez. Hatta bir hafta sonu Verenico’nun ailesi ile tanışmaya gittiğinde annesinin onu kendi kızı için uyarması şaşırtır. Aslında  kendini çok da rahat hissetmediği Verenico’dan bir süre sonra ayrılır.

 Daha sonra Adrian dan bir mektup alır ve eski kız arkadaşı Verenico ile çıkmak için izin ister. Tony Verenico’nun zaten Adrian’ı tanıştırdığındaki ilgisini farkedip rahatsız olduğunu hatırlar. Kızgınlık ile,  Verenico'nun nasıl güvenilmez olduğunu onun  annesinden bile öğrenebileceğini de  yazdığı , kıskançlık, öfke ve hakaret içeren bir mektup ile karşılık verir. Bu olayların üzerinde durmamayı tercih eder ve bir süreliğine Amerika’ya gider. Döndüğünde Adrian’ın intihar ettiğini öğrenir.


Kendini ayakta tutan hikayesinin içinde yaşarken eski kız arkadaşı Verenico ‘nun annesi Sarah’ın ölümünden sonra Tony’e de gizemli bir miras bıraktığı bilgisi verilir. 


Aradan geçen zananda Tony  emekli olmuş 10 yıllık bir evlilik sonrası boşanmış  ve bir kız çocuğu sahibidir. 


Bu miras bilgisi , Tony’nin tatsız anılarını canlandırır.


Tony, Veronica’nın annesini  mutsuz bir hafta sonunda,sadece bir kez görmüş ,  eski kız arkadaşının ailesinin evinde tanıştığı bu kadının neden ona 500 sterlin ve gizemli bir şekilde eline geçtipini düşündüğü Adrian’ın günlüğünü bırakmak istemiş olabileceğini anlayamaz. Veronica ile yeniden temas kurduğunda ise Veronica ona, ne bir açıklama yapar, ne de günlüğü verir; yalnızca günlükten kısa bir fotokopi verir.  Bu parça, Adrian’ın intiharına dair şifreli ipuçları içerir ve Tony’yi, trajediye yol açan “sorumluluk zincirindeki” kendi rolünü yeniden değerlendirmeye zorlar.


Tony’nin gençliğinde yazdığı mektubun Adrian’ın intiharında ciddi bir etkisi olmuştur. Oysa Tony bu mektubu neredeyse unutmuştur , ya da bilinçli olarak bastırmıştır. Bu da hafızanın seçiciliğini ve öz-anlatıların güvenilmezliğini gözler önüne serer. Tıpkı eski eşi Margare’e ile sevgilisini bilerek anlatmadığı gibi. 


“Margaret’le ilk tanıştığımda garip bir şey yaptım. Veronica’yı hayat hikayemden çıkardım. Garip olan kısmı, bunu anlatmanın kolay olmasıydı çünkü zaten kendime hep bu hikâyeyi anlatıyordum.”


Tony'nin kendi "hayat hikayesi"ni yeniden kurgulama çabası, öz-anlatıların ne kadar kaygan ve seçici olabileceğini gözler önüne seriyor. Gençliğinde kızgınlık ile yazdığı bir mektubun sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalan Tony, geçmişin sadece hatırlanmadığını, aynı zamanda yeniden yorumlandığını da acı bir şekilde deneyimliyor.


Roman, anlatı ve hafıza arasındaki ilişkinin etik ve felsefi boyutlarını ele alırken, okuyucuyu da aktif bir sorgulayıcı haline getirir. Nihayetinde Barnes, belki de şu mesajı verir:  


“Geçmişi hatırlamak değil, onu nasıl anlattığımız önemlidir ve bu anlatı, asla nötr ya da tamamlanmış değildir.”



Adrian'ın romanda alıntıladığı "Tarih, belleğin yetersizliklerinin belgelerin eksiklikleriyle kesiştiği noktada üretilen kesinliktir," sözü, romanın temelini oluşturan hafıza ve hakikat arasındaki karmaşık ilişkiye ışık tutuyor.

Barnes'ın postmodern duyarlılıkla ördüğü bu anlatı, modern bireyin geçmişle kurduğu bağı derinlemesine sorguluyor. Tony'nin ifadesiyle, "Bu olayları hatırladığımı sandım. Ama yalnızca onları hatırladığım haliyle hatırlıyordum," cümlesi, hafızanın ne kadar yanıltıcı ve kişisel bir inşa olduğunu çarpıcı bir şekilde özetliyor.

Sonuç olarak

"Bir Son Duygusu", bir son gibi başlayıp bir başlangıç gibi biten, okuyucuyu kendi hatırlama biçimleri üzerine düşünmeye davet eden bir eser. Olayların karmaşıklığından ziyade, anlatının güvenilmezliğiyle okuyucuyu derinden etkileyen bu roman,

 "Ben kendi hikâyemi gerçekten nasıl anlatıyorum?" sorusunu zihinlere kazıyor.

Keyifli okumalar,

Olcay Uğur


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annie Ernaux, Seneler

Necib Mahfuz, Cebelavi sokağı’nın Çocukları