Muriel Barbery, Kirpinin Zarafeti
Yazmak, felsefeyi yaşanabilir kılmanın bir yolu.”
Muriel Barbery Kimdir?
Fransız roman yazarı ve felsefe profesörü olan Muriel Barbery, 28 Mayıs 1969’da Fas, Kazablanka’da doğmuş, ama henüz bebekken ailesiyle birlikte Fransa’ya taşınmıştır. Çocukluğunu Paris’te geçiren Barbery, öğretmen bir ailenin kızı olarak kitaplarla iç içe büyümüş. Edebiyata ve özellikle felsefeye olan ilgisi daha küçük yaşlarda şekillenmiş.
Barbery, Fransa’nın en prestijli okullarından École Normale Superieure’d (ENS) felsefe eğitimi aldı. 1993’te felsefe öğretmeni oldu. Uzun yıllar lise ve üniversitelerde ders verirken, düşünsel derinliğini de bu yıllarda iyice geliştirdi.
Yazarlık serüvenine 2000 yılında çıkan ilk romanı Une gourmandise (Gurmenin Son Yemeği) ile adım attı. Kitap, ölmek üzere olan bir gurmenin geçmişte tattığı en özel lezzeti hatırlama çabasını anlatıyor. Felsefi bir damak yolculuğu diyebiliriz.
Barbery’nin asıl çıkışı ise 2006’da yayımlanan ve kısa sürede bir edebiyat fenomenine dönüşen L’Élégance du hérisson (Kirpinin Zarafeti) ile oldu. Paris’teki lüks bir apartmanda yaşayan kapıcı Renée ve 12 yaşındaki zeki Paloma’nın hayatları üzerinden sınıf ayrımı, yalnızlık ve hayatın anlamı gibi derin temaları ustalıkla işliyor. Kitap 30’dan fazla dile çevrildi, milyonlarca okura ulaştı. Fransa'nın en çok satanlar listesinde 30 hafta boyunca ilk sırada yer aldı. 2009’da Le Hérisson adıyla sinemaya da uyarlandı. Film'i de başarılı bulduğumu söyleyebilirim.
“Uzun sıkıcı bir felsefe eğitimi aldım. Bunun çevremi daha iyi anlamama yardımcı olacağını umuyordum; ama öyle olmadı. Edebiyat bana daha çok şey öğretti.”
Sonraki Eserleri ve Tarzı
Muriel Barbery, Kirpinin Zarafeti ile kazandığı büyük başarının ardından bir süre Japonya’nın Kyoto şehrine taşınıyor. Bu dönem, onun yazın hayatında belirgin bir kırılma noktası oluyor. Japon kültürüyle kurduğu bağ, sonraki eserlerine hem estetik hem de ruhani bir derinlik katıyor.
“İnsanlar eylemlerin değil, sözcüklerin güç sahibi oldukları dünyada yaşıyorlar.”
Yazarın bu dönemde kaleme aldığı kitaplar arasında şunlar öne çıkıyor:
• La Vie des elfes (2015) – Elflerin Yaşamı
• Un étrange pays (2019) – Bir Garip Diyar
• Une rose seule (2020) – Tek Bir Gül
• Une heure de ferveur (2022) – Esrik Bir An
Bu eserlerde doğa, maneviyat, gerçeküstücülük ve kültürel karşılaşmalar gibi temalar ağırlık kazanıyor. Her biri, Batı’dan Doğu’ya uzanan bir içsel yolculuk gibi.
Tarzı ve İlham Kaynakları
Barbery’nin tarzını anlatmak gerekirse; felsefe, sanat, edebiyat, müzik ve estetik onun kaleminde iç içe geçiyor. Sade ama yoğun bir dili var. Karakterleri çoğu zaman sessiz, görünmez gibi dursa da iç dünyaları olağanüstü zengin.
Yazdığı her satırda entelektüel bir derinlik var ama bu asla soğuk ya da mesafeli değil. Tam tersine, duyguyu da yanında taşıyan, düşündürürken kalbe dokunan bir anlatım.
Özel Hayatı
Muriel Barbery, medyada çok sık görünmeyi tercih etmeyen bir yazar. İlk eşi Stéphane Barbery ile birlikte bir dönem Japonya’da yaşamış, ardından Hollanda’ya ve Fransa’ya taşınmış. Şu anda Fransa kırsalında, doğayla iç içe bir hayat sürdüğünü biliyoruz. Bu sade ve dingin yaşam tarzı, onun yazdıklarına da açıkça yansıyor.
Kirpinin Zarafeti
“ Çay ritüeli, hayatlarımızın saçmalığında dingin bir uyum gediği açmak gibi olağanüstü bir erdeme sahiptir. ”
Yazar: Muriel Barbery *** Çevirmen: Işık Ergüden *** Yayınevi: Kırmızı Kedi ***300 sayfa
Kitap Değerlendirmesi
Muriel Barbery'nin kaleminden çıkan bu büyüleyici roman, görünmezliğin ardına saklanan iki ruhun, Renée ve Paloma'nın beklenmedik karşılaşmasını ve birbirlerine tutunarak hayata yeniden anlam katmalarını felsefe, müzik ve edebiyatın eşsiz ahengiyle bizlere sunuyor.
"Kirpinin Zarafeti", toplumun dayattığı statü algısının davranışlarımızı nasıl şekillendirdiğini gözler önüne sererken, yani başımızda duran ama fark etmediğimiz insanlara, anlamakta zorlandığımız yada içten, anlamlı ilişki kurmadığımız çocuklara ve popüler kültürün sığ sularında kaybolarak uzaklaştığımız sanatın derinliğine dikkatimizi çekiyor.
Yazarın felsefe profesörü kimliği, romanın satır aralarına ustaca serpiştirilmiş felsefi kavramlar ve tartışmalarla okuyucuyu entelektüel bir yolculuğa çıkarıyor. Bu derinlik, kimi zaman okuyucuyu zorlasa da, aslında düşündüren, sorgulayan ve yeni bilgilerle donatan bir deneyim sunuyor.
Tanıtım ve Değerlendirme
Kitabın açılışı Marx üzerinden yapılıyor. Bu çok anlamlı çünkü Marx hem sınıf mücadelesini hem de bireyin sistem içindeki konumunu sorgulayan bir figür. Bu açılış bize metnin sınıfsal ayrımlara, görünmeyen sınırların dünyasına dair önemli mesajlar vereceğini işaret ediyor. Réné bir kapıcı olarak toplumun en alt katmanında yer alıyor ama aslında zihinsel olarak çok yukarılarda. Paloma zengin bir ailenin kızı olmasına rağmen ruhsal olarak büyük bir boşlukta. İki karakterin zıt konumları ama benzer ruh halleri, kitabın temel çatısını oluşturuyor. İkisi de, Marx’ın dediği gibi, toplumun dayattığı rollere yabancı kalıyor ve gerçek benliklerini saklıyorlar.Zaten Marx’a göre, sanat ve kültür sadece elit sınıfın malı değildir; bunlar aynı zamanda bilinçlenmenin araçları olabilir.
Kirpinin Zarafeti” sadece bir roman değil…
Bilinç, gözlem ve iç dünyaya dair felsefi bir yolculuk.
Aslında yazar, aynı zamanda bize fenemomolojik
bir bakış açısıda sunar. Romanda sık sık adı geçen ve belki de felsefeye uzak kişilerin zorlandığı bu konuyu biraz açalım, yazarın bize aktarmak istediği ne?
Fenomenoloji Nedir?
Fenomenoloji, 20. yüzyılın başında Edmund Husserl tarafından geliştirilen, insan bilincinin deneyimlerini ve bu deneyimlerin “nasıl” yaşandığını inceleyen bir felsefi akımdır.
Temel sorusu şudur:
“Bir şey, insan bilincinde nasıl görünür? Biz dünyayı, başkalarını, kendimizi nasıl deneyimleriz?”
Yani dışsal gerçeklikten çok, o gerçekliğin bilince yansıma biçimi önemlidir.
Şimdi bunu karakterler üzerinden değerlendirelim ;
Apartmanın kapıcısı Réné, dışarıdan sıradan biri gibi…
Ama onun bilincine girdiğimizde;
Tolstoy okuyan, opera dinleyen, gözlemleyen bir zihinle tanışırız.
Fenomenolojik gerçeklik: Dış görünüşle sınırlı değildir.
12 yaşında, zengin ama yorgun bir kız çocuğu: Paloma.
Günlükleriyle iç dünyasını açar bize.
Hayatı, ölümü ve anlamı sorgular.
Gördüğümüz değildir gerçek olan, onun yaşadığı gerçektir.
Kakuro sadece bir komşu değil.
Réné ve Paloma için bir aynadır.
Onlar kendilerini onun zarafetiyle tanırlar.
Japon kültürü kitapta bir çözüm önerisi gibi duruyor.
Batı’nın sınıfsal ayrımcılığı, yabancılaşması ve kibirli entelektüelliği yerine,
Doğu’nun sade, sessiz, bağ kuran hali Kakuro ile birlikte geliyor.
Ve bu kültür, iki kirpinin dikenlerini incitmeden birbirine yaklaştırıyor.
Fenomenolojide “öteki”, benliğin farkına varma aracıdır.
Kitapta olay az, gözlem çok.
Konuşmalar kısa, düşünceler derin.
Fenomenoloji gibi: Duyarak değil, bakarak anlamak gerek.
Kirpiler gibi içe dönük, dışa dikenli karakterler…
Ama bilince dikkatle bakarsak, yumuşak karınları ortaya çıkıyor.
Fenomenolojik bakışla, insanın özüne ulaşabiliriz.
Réné, kendini şöyle tanımlıyor: “Ufak tefek, çirkin, tombul, ayaklarında nasırlar olan, bir mamut gibi nefes alıp veren, yoksul ve ölçülü.” Paris’te, Grenelle Sokağı 7 numarada yer alan, iç avlulu ve bahçeli bir apartmanda 27 yıldır kapıcılık yapıyor. Kendini beğenmeyen ve dış dünyadan saklayan, derinliklerini görünmez kılmaya çalışan bir kadın. Ama aslında o, gizli bir entelektüel. Tolstoy okuyor, Marx’tan anlıyor, İtalyan ve Hollandalı ressamları takip ediyor, filmler konusunda seçici ve opera dinlemeyi seviyor. Ön odada televizyon açıkken arka odada Mahler dinleyen bir kadın. Dışarıdan sıradan bir kapıcı gibi görünse de iç dünyasında zengin, derinlikli ve incelikli bir kişilik gizli. O bana göre ilk “kirpimiz”. Kirpi metaforunu kullandığı için biraz Wikipedia dan şu alıntıyı eklemek istiyorum.
“Kirpi ikilemi, insan ilişkilerindeki yakınlaşma çabalarının yarattığı zorlukları anlatan bir metafordur. Kirpiler soğukta ısınmak için birbirine yaklaşmak ister ama dikenleriyle birbirlerine zarar verirler, bu yüzden mesafeli kalmak zorunda kalırlar. Bu durum, insanlar arasında da benzer şekilde yaşanabilir: Yakınlaşma isteği olsa da, duygusal veya psikolojik nedenlerle insanlar birbirine zarar verebilir ya da zarar görmekten korktukları için uzak durabilir. Bu ikilem, içe dönüklüğü ve kendini izole etme eğilimini açıklamak için kullanılır. Felsefeciler Schopenhauer ve Froude, bu metaforu bireyin toplumdaki konumunu tanımlamak için kullanmışlardır.”
İkinci kirpimiz bana göre Paloma. Aynı apartmanda, üst katlardan birinde yaşayan 12 yaşında bir burjuva çocuğu. Zengin bir ailenin kızı. Zekâsı çok gelişmiş, entelektüel ve dünyaya karşı büyük bir sorgulama hali içinde. 13 yaşına geldiğinde intihar etmeyi planlıyor çünkü yaşamın anlamı olup olmadığını sorguluyor. İki ayrı günlük tutuyor; biri düşüncelerine, diğeri çevresine dair gözlemlerine ayrılmış. Paloma’nın bakışı adeta bir kamera gibi; hem dış dünyayı izliyor, hem içe dönük derin sorgulamalarla dolu. Onun da okları var, onun da yumuşak karnı var; aynen Réné gibi.
İki kirpi: biri alt katta, diğeri üst katta. Biri yıllarca saklanmış bir entelektüel, diğeri yaşı küçük ama zekâsı ve gözlem gücüyle büyük bir düşünür. İkisi de modern bireyin yalnızlığına, sıkışmışlığına karşı kendi savunma mekanizmalarını geliştirmiş.
Ve sonra apartmana Kakuro Ozu taşınıyor. Japon kökenli, zarif, kibar ve ince düşünceli bir beyefendi. Avrupa’ya ithalat yapan bir iş insanı. Ancak onu asıl özel kılan, bu iki kirpiyi birbirine yaklaştırma biçimi. Kakuro’nun temsil ettiği doğu felsefesi, zarafeti ve sadeliğiyle Réné ve Paloma’nın hayatında dönüşüme neden oluyor. Onların sivri uçlarına dokunmadan, onları acıtmadan yanlarına yaklaşıyor. Hatta yaşadığı evin mimarisini bile dönüştürüyor: kapısız, sade, açık ve davetkâr bir ev tasarımıyla mekâna da felsefesini yansıtıyor.
Kitabın yapısı da dikkat çekici. Parçalı anlatım, her bir karakterin dünyasını ayrı ayrı görmemizi sağlıyor.
Apartmana yeni taşınan,Kakuro’nun getirdiği doğu felsefesi, estetik anlayış, sanat ve nezaket; bu üç karakterin arasında bağ kuran, onları dönüştüren bir güce sahip. Sanat, edebiyat, müzik, resim ve sinema gibi bilgi birikimi bu dönüşümde çok önemli bir rol oynuyor. Birbirine hiç benzemeyen iki insanın ortak bir zeminde nasıl buluşabileceğini, görünür olabileceğini gösteriyor.
Dil ve Üslup
Muriel Barbery’nin felsefe eğitimi, romanın diline doğrudan yansımış. Karakterlerin iç monologlarında felsefi sorgulamalar, varoluşsal düşünceler ve yaşam üzerine derin analizler sıkça yer alıyor. Bu nedenle bazı okurlar eseri “bir roman gibi değil, bir felsefe kitabı gibi” bulsa da, bu yön bence okuyucu için kitabın en değerli tarafıdır.
Kitabın ilk bölümlerinde yer alan uzun betimlemeler ve felsefi açıklamaların yoğunluğundan dolayı anlatımı “ağır” bulup sıkılına biliyor. Ancak sabır gösteren okuyucu, ilerleyen sayfalarda karakter derinliği ve duygusal bütünlükle ödüllendiriliyor.
Özellikle apartman yaşamı ve burjuva sınıfı üzerine yapılan gözlemler, zarif ama keskin bir mizah barındırıyor. Renée’nin iç sesiyle okura aktarılan detaylar, hem düşündürücü hem tebessüm ettirici.
Sonuç:
Kirpinin Zarafeti, sadece bir roman değil, aynı zamanda hayata başka bir gözle bakabilme cesaretidir.
“Kirpinin Zarafeti” bize diyor ki:
Görünene aldanma.
İnsanlar dışarıda değil, içinde yaşar.
Ve gerçek yakınlık, içsel dünyaları fark etmekle başlar.
"..bundan böyle asla'daki her zamanların peşinden koşacağım.
Bu dünyadaki güzelliğin "
Keyifli okumalar.
Olcay Daş Uğur
“Sadelik, güzelliğinhttps://www.instagram.com/narcitykitapkulubu_olcaylaoku?igsh=eXlmYTU0Nnl6YWph&utm_source=qr en karmaşık halidir.” – Muriel Barbery
Yorumlar
Yorum Gönder